Formülün İflası: Dan Brown Büyüsü Neden Bozuldu?
Bir Okurun ve Yazarın Gözünden "Sırların Sırrı" İncelemesi Lise yıllarında Dan Brown romanları benim için okuma alışkanlığının ve yazma hevesinin temeliydi. Ancak yıllar sonra elime aldığım son kitabı, eski bir dostla karşılaşıp artık konuşacak ortak bir şeyimizin kalmadığını fark etmek gibi bir hayal kırıklığı yarattı. Bu hayal kırıklığı sadece nostaljik bir sitem değil; kurgu matematiği, karakter tutarlılığı ve özgünlük açısından somut temellere dayanıyor. İşte bu kitabın (ve belki de yazarın son döneminin) sınıfta kaldığı noktalar: (Spoiler olacaktır.) 1. Mekanik ve Ruhsuz Anlatım: "Yapay Zeka Hissi" Kitabı okurken hissettiğim en baskın duygu, satırların arkasında tutkulu bir yazarın değil, bir algoritmanın olduğuydu. Giriş, gelişme, kovalamaca ve sözde "büyük final" o kadar şablonize edilmiş ki, sanki yazar "Dan Brown Romanı Formülü"nü bir yapay zekaya verip çıktısını almış gibi. Hikayenin "aklına gelen hoş bir konsept" dışında bir ruhu yok; her şey ticari bir zorunlulukla kağıda dökülmüş gibi duruyor. 2. Karakter İhaneti: Bilim İnsanından Paranoyak Bir Kurgu Karakterine Robert Langdon karakterinin en büyük özelliği; olaylara şüpheci, analitik ve bilimsel yaklaşmasıydı. Ancak bu kitapta yazar, aksiyonu başlatabilmek uğruna karakterin zekasına ihanet ediyor. Mantık Hatası: Harvardlı bir profesörün, sırf birinin rüyasındaki kadına benzeyen birini gördü diye, hiçbir somut kanıt olmadan "Otel patlayacak!" diyerek kendini buz gibi nehre atması, karakterin inşasına tamamen aykırıdır. Okur olarak ben bile o sahnede "Biri bunları dinliyor ve manipüle ediyor" diyebiliyorken, Langdon'ın bu basit tuzağa düşüp ucuz bir korku filmi karakteri gibi davranması inandırıcılığı (suspension of disbelief) yerle bir ediyor. 3. Dekor Olarak Şehir ve Harcanan Mitoloji Prag gibi gotik ve gizemli bir atmosfer, hikayenin organik bir parçası olmaktan çok, sadece turistik bir fon olarak kullanılmış. Şehrin seçilme nedeni, "Praha" (Eşik) kelimesi üzerinden yapılan etimolojik bir kelime oyunundan ibaret gibi duruyor. Daha da kötüsü, Golem gibi derinlikli bir efsanenin; polisiye edebiyatın en bayat, en çok tüketilmiş klişesi olan "Çoklu Kişilik Bozukluğu"na (Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu) bağlanması, çok kitap okuyan bir kitle için şaşırtıcı değil, aksine hafife alıcı bir tercih. 4. Tempo Sorunları: Gereksiz Uzatmalar ve Vaazlar Kitap, okuyucuyu aptal yerine koyan bir tempo sorunu yaşıyor: Başlangıç: Sırf aksiyon olsun diye eklenen, hikayeye hizmet etmeyen zorlama kovalamacalar. Final: Olay çözüldükten sonra bitmesi gereken kitabın, son 100 sayfa boyunca yazarın felsefi mesajını "gözümüze sokmak" için uzaması. Okurun çoktan anladığı bağlantıların tekrar tekrar açıklanması, finalin etkisini yok ediyor. 5. Çölde Bir Vaha: "İİLER" Şifresi Kitabın belki de tek parladığı an, Robert Langdon’ın editörüne attığı Sezar şifreli (ROT13) mesajdı. RL&KS İİLER (Robert Langdon ve Katherine Solomon İyiler) şeklindeki çözümleme ve karakterlerin emojilere karşı eski usul dili savunması, yazarın zekasının ve mizahının nadir bir pırıltısıydı. Ancak bu küçük detay, genel kurgunun vasatlığını kurtarmaya yetmiyor. Sonuç Belki ben Dan Brown'ı zamanında gözümde çok büyüttüm, belki de yazar artık kendini tekrar eden bir döngüye girdi. Ancak kesin olan şu ki; karakterin olay örgüsüne kurban edildiği, klişelerin "büyük sır" diye pazarlandığı bu formül artık işlemiyor. Yazar olma hevesiyle çıktığım bu yolda, artık bir kurgunun "nasıl yapılmaması gerektiğini" gösteren bir ders niteliğinde bu kitap.

Yorumlar